Türkiye’nin enflasyonla imtihanı

Yüzyıl başından bu yana enflasyonla mücadele ediliyor bu topraklarda. Fiyatların sürekli yükseldiği bir ekonomide üretici de tüketici de bir şekilde ayakta kalma derdinde... O zaman bizde enflasyonun hayatımızdaki yerine şöyle bir gözatalım...

EMEL YİĞİT - 1980’ler, 90’lar 2000’ler. Enlasyonla mücadele ile geçen yıllar. Her birinde ara ara çıkan, gerek yurtdışı gerekse yurtiçi kaynaklı krizler ve peşinden yönetimin ekonomi için yapısal önlem alma çabası görüyoruz. Peki enflasyonun resmi olarak yüzde 61 açıklandığı günümüzde... Ne ekonomi yönetiminden güven verici bir açıklama var, ne iş dünyasından bir tepki...

Vatandaş kaderine terk edilmiş görünüyor. Sadece vatandaş mı, tarımdan sanayiye üretimin her kesiminde yer alanlar da...

Yüksek enflasyon bir sebep değil sonuç. Mali politikaların, güvensizliğin, ithalata dayalı büyüme çabalarının, üretimin önemsizleştirilmesinin ve kamu kaynaklarının yerinde kullanılmamasının sonucu. Ve tabii son dönemde olduğu gibi baskıcı para politikalarının...

Mazi kalbimde yaradır

Geçmişe bakalım şimdi... Türkiye’de en yüksek enflasyonu ne zaman görmüştük? Yaşı 40’ın üzerinde olanların aklına Türkiye’nin ilk kadın başbakanı Çiller’li yıllar gelse de Türk insanının enflasyonla hikayesi oldukça eskiye dayanıyor.

Örneğin 1. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı hükümetinin yüksek oranda para basması o dönemde fiyatların çok yüksek oranlarda artmasına sebep olur. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yönetim bu konuya dikkat etse de 2. Dünya Savaşı ürün yokluğuna bu da fiyatların aşırı yükselmesine yol açar.

İlk iki dönemi dünya savaşları, genç bir cumhuriyetin ekonomisini oturma dönemleri olarak değerlendirmek mümkün.

50’li yılları ise Demokrat Parti’nin Amerikan destekli liberal politikalarının sonucu olarak yorumlayabiliriz. Artan para arzı, Marshall yardımları, ithalatın serbest bırakılması... Sonuç yine artan fiyatlar yüksek enflasyon.

1970’lere geldiğimizde uluslararası petrol krizini görüyoruz. Ülkede yaşanan siyasi kaos ortamı, 70’lerin ikinci yarısından itibaren ekonomik politikaların önüne geçer. 1977’de yüzde 28 olan enflasyon 78’de yüzde 47, 79’da 57’ye yükselir.

1980 darbesinin yaşandığı yıl ise dönemin en yüksek enflasyonunu görür Türkiye; ibre üç hanelere çıkmıştır: Yüzde 115.

80’li yıllar ekonominin siyasetin önüne geçtiği yıllar oldu. 24 Ocak kararları bu dönemin en önemli gelişmesi. Esnek döviz kuru, devalüasyon disiplinli kamu maliyesi derken birkaç yıl enflasyon açısından rahat yüzü gördü Türk insanı. Ancak bu rahatlık uzun sürmedi. Yakın zamandan hatırlayacağımız bir politika görüyoruz bu dönemde; ihracata dayalı bir büyüme için TL’yi baskılamak... Bu da enflasyonun 80’lerin sonunda tekrar yüzde 70’lere çıkmasına neden oldu.

Çillerli yıllar...

Demirel'in Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra DYP genel başkanlığına aday olan ve 1993 tarihli DYP olağanüstü genel kurulunda İsmet Sezgin ile Köksal Toptan'ı geride bırakarak Genel Başkan seçilen Tansu Çiller Türkiye'nin ilk kadın başbakanıydı.

Türkiye için yeni bir yüzdü ve politikaları umut vaat ediyordu. Ama beklenen olmadı. Uyguladığı mali politikalar güvensizlik yarattı. Hazine faizi yüzde 88’lere yükselirken enflasyon tekrar yüzde 70’lere çıktı ilk yılında. 1994 Ocak ayında uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moodys’in Türkiye’nin kredi notunu düşürmesi krizin derinleşmesine neden oldu. Dolar ciddi bir artışla 22 bin liraya yükseldi. Mevduat faizleri yüzde 80’lere çıkarken MB’nin doları tutmak için yaptığı çabalarının yeterli olmadı, borçlanma faizi yüzde 400’e çıkarak rekor kırdı.

Çiller ünlü ekonomi paketini açıkladı 5 Nisan 1994’te. Amaç kamu harcamalarını düşürmek, özelleştirmeyi hızlandırmaktı. Kamuya personel alımları sınırlandırıldı, MB’nin kur belirleme sistemi değiştirildi, sigortalılar için yeni düzenlemeler getirildi... 5 Nisan kararları Uluslararası Para Fonu (IMF) ile de anlaşmanın önünü açtı. Türkiye kararları olumlu bulan IMF ile masaya oturdu, temmuz ayında 713 milyon dolarlık stand-by anlaşması onaylandı. Diğer yandan kararlar, doların yükselişini engellemedi. Kararların ardından 8 Nisan tarihinde dolar 40 bin lirayı gördü.

Tansu Çiller 5 Nisan kararlarını açıklarken “ekonomide beyaz sayfa açacağız” diyordu. Altı aylık enflasyon oranı yüzde 20 olarak belirlenmişti, TÜFE yüzde 100’ü geçmeyecekti. Oysa TÜFE yüzde 130 civarında TEFE ise yüzde 150 olmuştu. Kamu İktisadi Teşekkülü (KİT) ürünlerindeki yıllık fiyat artışı yüzde 140-200 aralığında seyrediyordu.

Bu arada 1995'te yapılan CHP ile SHP'nin birleştiği CHP kongresinde Hikmet Çetin genel başkan olarak seçildi. Tansu Çiller ve Hikmet Çetin 50’nci Hükümet’in uygulama protokolünü imzaladı. 18 Şubat 1995 tarihi itibariyle Cumhuriyet Halk Partisi’yle koalisyon hükümeti kurulmuş oldu.

5 Nisan’ın yıldönümünde dolar 42 bin, mark 30 bin, temmuzda dolar 45 bin mark 32 bin, ağustosta dolar 47 bin 500 mark 32 bin 300 oldu.

90’lar eh işte, 2000’ler sıkıntılı

Koalisyon hükümetleriyle geçen 90’lı yıllarda enflasyon hep iki haneli seyretti. En yüksek 1999 yılında yüzde 99 olarak gerçekleşti.

2000’lerin başı yine sancılıydı. 2001 krizi, Kemal Derviş’in Türkiye’ye gelişi, IMF ile anlaşma derken 2000’lerin ilk yarısı geçiverdi. Bu dönemde enflasyona odaklı bir strateji uygulanmazken ikinci yarı açık enflasyon hedefleme dönemi olarak tanımlanıyordu. Bu şekilde enflasyon hedeflemesi rejimi uygulandı ve oranlar stabil kaldı.

Geliyoruz bugüne...

Bugünü hep beraber yaşıyoruz. Sokağa çıktığımız her gün net bir şekilde şahit oluyoruz. Yine de durumu bir ekonomistten Mahfi Eğilmez’in enflasyon konulu yazısından aktaralım:

“Türkiye, uzun yıllardır genel olarak yüksek enflasyonla yaşayan bir ekonomi durumundadır. Bazı dönemlerde kısa süreli olarak çok yüksek enflasyon aşamasına geçmiş olsa da hiper enflasyon yaşamamıştır.

Türkiye’nin yaşadığı enflasyon tipik bir maliyet enflasyonu - talep enflasyonu - yerleşik enflasyon karmasıdır. Risklerdeki aşırı yükseklik (CDS priminin 500 baz puan dolayında olması bunu gösteriyor) döviz girişini sıkıntıya sokmasının aynı sıra yurt içinde yerleşik kişilerin de dövize dönmesine yol açarak dolarizasyonu besliyor. Bu durum kurların yükselmesini, dolayısıyla ithal girdilerin ve bunları üretimde kullanan üreticilerin üretim maliyetlerinin artmasına yol açıyor. Maliyet artışları fiyatlara yansıdıkça da enflasyon yükseliyor. İnsanlar, kurların ve enflasyonun yükseldiğini görünce alacakları mal ve hizmetleri fazlasıyla alarak stoklamaya ve fiyat artışlarının etkisini azaltmaya çabalıyorlar.

Böylece ortaya çıkan talep artışı fiyatların daha da yükselmesine neden oluyor. Bu gelişmelerin sonucu olarak enflasyonun ileride daha da artacağını düşünen insanlar, mevcut yaşantılarını sürdürebilmek için peşinen ücretlerini, fiyatlarını artırmaya yöneliyorlar ve enflasyonun daha da yükselmesine yol açıyorlar”.

Peki son bir yılda yaşanan ani yükseliş? Eğilmez bunu da şöyle açıklıyor:

“Bu gelişmenin iki nedeni vardır: (1) Maliye politikasının vergi indirimleri yapılması ve kamu harcamalarının artırılması gibi düzenlemelerle gevşek tutulması, (2) Enflasyon artış halindeyken para politikasının faiz indirimlerine giderek iyice gevşek bir uygulama sergilemesi. Bu iki uygulama, Türkiye’nin, hükümetçe iddia edilenin tam aksine ekonomik büyümeyi ve işsizliğin düşürülmesini hedef aldığını, enflasyonla mücadeleyi planlamadığını ortaya koyuyor.

Venezüela örneği...

Türkiye’de şimdiye kadar hiç hiperenflasyon yaşanmadığını söyleyen Mahfi Hocayı okuyup yüreklerimize su serptikten sonra dünyaya bir gözatıyoruz.

Akla ilk, çuval çuval paralarla dolaşan Venezüela halkı geliyor. Daha birkaç gün önce okuduğumuz Venezüela parasının deste deste yer tezgahlarında hatıra olarak satıldığı haberi var birde.

Venezuela Merkez Bankası (BCV) verilerine göre, geçen yıl enflasyon yüzde 686,4 oldu. Aylık bazda en yüksek enflasyon oranının Ocak 2021’de yüzde 46,4 olarak kaydedildiği ülkede böylece hiper enflasyondan çıkış şartı olarak kabul edilen üst üste 12 ay yüzde 50’nin altında enflasyon koşulu sağlanmış oldu. 2017 Kasım ayında aylık enflasyonun yüzde 50 barajını aşmasıyla hiper enflasyon sürecine giren ve sonrasındaki 50 ay boyunca ulusal parası Bolivar’ın değerini koruyabilmek için parasından toplamda 11 sıfır silmek zorunda kalan Venezuela’da, sadece resmi rakamlara göre değil, bağımsız kurumlara göre de son 4 aydır tek haneli enflasyon yaşanıyor.

Amerika’nın sesi portalında yayımlanan habere göre Venezuela teknik olarak hiper enflasyondan çıksa da ülkedeki enflasyon sorunu ve ekonomik kriz devam ediyor. Ekonomisi petrol gelirine bağlı Venezuela’da, temel tüketim maddeleri de dâhil raflardaki ürünlerin hemen hepsinin ithal ediliyor olması, kur artışlarının doğrudan fiyatlara yansımasına neden oluyor. BCV’nin enflasyonu kontrol altına almak için geçen yıl piyasaya 68 defa müdahalede bulunarak yaklaşık 1,5 milyar dolar nakit sürdüğünü belirten uzmanlar, ülke rezervlerinin de 21 Kasım itibarıyla 485 milyon dolar azaldığını bildiriyor. Venezuela’da dolar 2020 yılında yaklaşık 17 katına, geçen yıl ise 4,4 katına çıkmıştı.

Resmi verilere göre her ne kadar hiper enflasyon sonlanmış olsa da Venezuela dünya enflasyon sıralamasında ilk sırada yer almaya devam ediyor. Uzmanlar Venezuela’da enflasyonla mücadelenin en etkili yolunun, petrol üretimini ve halkın alım gücünü artırmaktan geçtiğini bildiriyor. Venezuela’daki petrol üretimi, 2013’te günlük 3 milyon varilin üzerindeyken bu rakam geçen yıl günlük 600 bin tonun altında kaldı. Ayrıca alım gücünün tamamen eridiğinin en somut göstergelerinden biri de asgari ücretin son 10 yılda yaklaşık yüzde 99 değer kaybetmiş olması; 2011 yılında en düşük maaşın 267 dolara tekabül ettiği ülkede bugün asgari ücret, ayda 3 doların altında.

Geçmiş zaman olur ki; Almanya’nın rekoru

Geçmişte yaşanan enflasyon rekorlarını hatırlayalım şimdi de... Bunun için TCMB Araştırma Genel Müdürlüğü’nün Enflasyonla Mücadelede İktisadi Politikalar ve Deneyimler isimli araştırma raporuna göz atıyoruz. Rapor Ernur D. Abaan tarafından hazırlanmış.

Almanlar Birinci Dünya Savaşı’nın kısa sürede biteceğini ve kazanacaklarını düşünüyordu. Yenilen tarafın savaş tazminatı ödeyeceği düşüncesiyle başlangıçta savaşı iç borçlanmayla finansa ederken savaşın uzamasıyla birlikte vergilerin artırılması yoluna gidildi.

Ancak savaşın getirdiği yükle bütçe giderlerinin hızla artması açığın 1923 yılında patlamasına neden oldu. Savaştan sonra kurulan yeni hükümet vergi toplamakta güçlük çekti.

Versay anlaşmasının getirdiği mali yüle birlikte hükümet, Merkez Bankası kaynaklarını aşırı derecede kullanmaşa başladı. Hükümet günlük masrafları için merkez bankasına günlük senet vererek borçlanmaktaydı.

Halk yaşamını markın kaybeden değerine göre ayarlamataydı. 1923 haziran ayında bi rdolar 77 bin mark olmuştu. Markın Haziran ayinda bir günlük değer kaybı 32 bin marka ulaşmıştı.

1923 yılı başında 287500 olan toptan eşya fiyat indeksi aynı yılın kasım ayında 72570000000000 olmuştu.

Macaristan

Macar hiperenflasyonunun meydana gelmesinin ana nedeni olarak, hükümetin siyasi tabanının zayıf olması gösteriliyor. Hükümet kamu harcamalarının finansmanında yeterli düzeyde vergilendirmeye gidememiş kamu finansmanı yeni para yaratılarak kapatılmaya çalışılmıştı. Kamu açığını parasallaştırma tavrı Birinci Dünya Savaşı sonrası Almanya, Avusturya, Macaristan, Polonya ve Rusya'da görülen enflasyonların ardındaki önemli nedenlerden biriydi.

Dünya üzerinde görülen en yüksek enflasyon, 1946’da Macaristan’da yaşandı. O yılın ortasına gelindiğinde, Macaristan’ın tedavüldeki en yüksek parası 100 kentilyon Macaristan pengosuydu. 1944’te ise en değerli para 1,000 pengoydu. Macaristan’da enflasyonun rekor kırdığı dönemde günlük enflasyon yüzde 195 seviyesindeydi. O dönemde fiyatlar, her 15.6 saatte bir ikiye katlanıyordu.

İsrail

1970’lerde Şakel’in değerinin yüksek tutulması politikaları yoluyla enflasyonla kısmi mücadele programları uygulanmış ancak Latin Amerika ülkelerinde görüldüğü gibi Şakel daha çok değer kazanırken cari denge hızla büyümüştü. Bu da birbirini takip eden devalüasyonları kaçınılmaz kıldı. Buna ek olarak 1983 yılında hisse senedi piyasasında bir kriz yaşandı. Bu kriz sonucu portföyler yabancı para cinsinden tutulan finansal değerlere yöneldi. Bunun oluşturduğu talep yeni bir devalüasyonu zorunlu kıldı. Bu devalüasyonlar enflasyonun yüzde 500’lük bir tabana oturmasına yol açtı.

Bolivya

1980 yılı sonunda, Bolivya’nın Uluslar arası sermaye piyasalarına açılımı son buldu. 1981 yılında Uluslar arası ticari bankalarla acil bir borç erteleme anlaşmasına gidildi. Ancak varılan anlaşma kısa zamanda bozuldu. Dünya Bankası ve IMF borç vermeyi esti. 1981-82 döneminde yıllık enflasyon yüzde 300’e ulaşmışti.

Bolivya hiperenflasyonu enflasyon tarihinde kendine özgü bir yapıda gelişti. Genellikle hiperenflasyonlar bir savaş veya iç savaş veya ihtilaller arkasında ortaya çıkar. Ancak Bolivya’da hiperenflasyon yoğun bir siyasi istikrarsızlık döneminde ekonominin fazla büyük olmayan şoklara uğramasıyla başladı.

Arjantin

Arjantin ekonomisi 1980'lerde kararlı bir şekilde reel bir uyarlama programı uyguladı. 1980-1984 yılları arasında dış ticaret dengesi GSMH'nin yiizde 4'ü kadar açık verirken, yüzde 5 fazla veren bir konuma geldi. Ancak, bu dönemde sanayi üretiminin düşen bir trend doğrusu üzerinde sert bir şekilde dalgalandığı görüldü. Buna koşut, yatırımlar da kararlı bir şekilde azaldı. Enflasyon, 1980'deki yuzde 70'lik düzeyinden, 1984'de yılda yüzde 700 düzeyine sıçradı. Bir süre birbiri arkasından gelen ekonomik şoklarla beslendi.

Brezilya

Brazilya'da ekonominin arz yanından gelen şoklar ve indeksleme mekanizmalan, enflasyonun hızlanmasının nedenleri arasında sayılır. 1959-64 ve 1979-85 donemlerinde meydana gelen biiyiik bütçe açıkları enflasyon sürecini besledi. Ancak, ekonominin arz yanından gelen şoklar da bu sürecin bir parçası olmuştur. Brezilya’da enflasyon kurumsallaşmış olarak değerlendiriliyor. Bu bakımdan görülen diğer hiperenflasyonlara benzemiyor.