Üretici Fiyat Endeksi'ndeki (ÜFE) yıllık artış da yüzde 54,62 ile 2002'den bu yana en yüksek düzeye çıktı.
Ekonomist ve akademisyenlerden oluşan Enflasyon Araştırma Grubu da, TÜİK'in ardından Kasım ayı Tüketici Fiyat Endeksi (E-TÜFE) araştırmasının sonuçlarını açıkladı.
Kasım 2021 dönemi günlük fiyat değişimlerinden elde edilen ENAGrup Fiyat Endeksi aylık bazda yüzde 9,91 arttı. ENAGrup'a göre TÜFE'deki yıllık artış oranı yüzde 58,65.
BBC Türkçe'ye konuşan uzmanlar, Türkiye'de resmi veriler ve hissedilen gerçek enflasyon arasındaki fark arttıkça, halkın giderek yoksullaştığını ve gıdaya erişimin ciddi bir mesele haline geldiğini söylüyor.
TÜİK'in enflasyon hesaplaması, sepetindeki 418 ürünün fiyat değişimini esas alıyor.
Bu hesaplamaya getirilen temel eleştiriler arasında, sepetin içerisinde halkın gerçek tüketimini oluşturan gıda ürünlerinin yeterince yer almadığı ve sepetin yıllık enflasyon hesaplamaları yaklaşırken, fiyatı azalan ürünlerle revize edilmesi alıyor.
ENAG'dan Veysel Ulusoy: TÜİK'in hesaplaması, çağın ihtiyaçlarının gerisinde
ENAG Yöneticisi Prof. Veysel Ulusoy'a göre ise TÜİK'in hesaplama yöntemi, çağın ihtiyaçlarının gerisinde kalıyor:
"TÜİK enflasyonu en fazla aylık olarak hesaplıyor ancak dünya artık o kadar dinamik hale geldi ki hem yatırımcılar hem tüketiciler hem de hükümet harcamalarını kontrol eden karar vericilerin muhakkak günlük enflasyonu bilmeleri gerekiyor. Bu yüzden biz enflasyonu günlük, hatta saatlik olarak hesaplıyoruz.
"Kendi hesaplamamızda TÜİK'in enflasyon sepetindeki 418 maddeyi baz aldık ama TÜİK'ten farklı olarak, aynı ürünlerin sıklık verilerini de çekerek toplamda ürünlerin bir ayda değişine değişen fiyatlarıyla ilgili daha çok veriye ulaştık. TÜİK 1 ayda mükerrer gidişle yaklaşık 550 bin fiyat verisine ulaşıyor ama ENAG 2 günde o sayıyı tamamlıyor. Geri kalan 28-29 günde, her gün yaklaşık 260 bin datayla TÜİK'in bir ayda aldığı datanın 15 katı bir veri seti elde ediyor."
Böylece istatistiksel örneklemenin bir kenara bırakılarak fiyat popülasyonu ile bütün fiyatları elde ettiklerini söyleyen Ulusoy, bu yöntemle enflasyon hesaplamasında hata olasılığının minimize edildiğini belirtiyor.
Ulusoy'a göre yüksek enflasyon seviyesi tek başına ciddi bir mesele olmayabilir ancak resmi veriler ve hissedilen enflasyon birbirini tutmadığında, halkın alım gücü günden güne eriyor:
"Bir ülkede enflasyon yüzde 40-50 bile olabilir ancak toplumu yoksullaştıran esas olarak enflasyonun değişkenliğidir. Örneğin yüzde 40 seviyesinde kararlı bir resmi enflasyonda her şeyin fiyatını buna göre belirlenir, belli dönemlerde sadece paraya 0 eklenir ya da paradan 0 atılır.
"Ama verilerin halkın hissiyle buluşmadığı noktada halk fakirleşir. Gerçek enflasyon yüzde 35-40 ise ve resmi veriler bunu yüzde 14 olarak lanse ediyorsa, sizin maaşınızdan aradaki fark kadar erime, diğer adıyla fakirleşme olacaktır."
'Gıda enflasyonu giderek artıyor'
BBC Türkçe'ye konuşan tüm uzmanlar, Türkiye'de özellikle orta sınıf ve yoksul vatandaşları çok zor durumda bırakan bir gıda enflasyonu yaşandığını söylüyor.
bugün Türkiye'de hissedilen gerçek gıda enflasyonun bu oranın çok üzerinde olduğunu söylüyor.
Tüketiciyi Koruma Derneği (TÜKODER) ve Tüketici Dernekleri Federasyonu (TÜDEF) Başkanı Aziz Koçal da, "TÜİK'in açıkladığı enflasyon oranının mutfaktaki gerçek enflasyonu yansıtmadığını hepimiz biliyoruz" diyor.
Tarım politikalarının etkisi
Peki, vatandaşın mutfakta hissettiği enflasyon ne ifade ediyor ve sebepleri ne?
Uzmanlara göre bunun başlıca nedenleri Türkiye'nin tarım politikalarındaki plansızlık, yanlış ithalat politikaları, döviz hareketliliği ve düşen alım gücü sebebiyle girdi maliyetleriyle baş edemeyen çiftçinin üretimden uzaklaşması olarak karşımıza çıkıyor.
Tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım, gübre fiyatlarını karşılayamayan çiftçinin gübresiz üretim sonucu tarladaki veriminin azaldığını, dolayısıyla gelirinin düştüğünü ve son kertede Türkiye'nin toplam üretimi de azaldığı için gıda fiyatlarının arttığını belirtiyor:
"Yani çiftçinin sadece marketten ürün satın alırken değil, üretim yaparken de alım gücü çok zayıfladı. Bu kadar yüksek girdilerle elde ettiği ürünü neredeyse aynı fiyattan satıyor. Zarar ettiği için üretimden vazgeçiyor. Bu nedenle tarımda kiralanan veya kiraya verilen arazi sayısı giderek artıyor. Küçük çiftçiler artık pazara değil kendi ihtiyacı kadar üretim yapıyor."
Türkiye'deki çiftçiler, tarladaki ürününün fiyatını nadiren kendisi belirliyor.
Sözleşmeli üretimin sorunları
Bu nedenle son yıllarda artan bir biçimde, çeşitli kurumlar tarafından teşvik edilen alım garantili "sözleşmeli üretim" yöntemini tercih ediyor.
Fakat Yıldırım'a göre, gıda enflasyonunu baskılamak için kullanılan bu yöntem, uzun vadede yine çiftçinin üretimden uzaklaşmasıyla sonuçlanıyor:
"Üreticinin üzerinde ciddi bir fiyat baskısı var. Örneğin tarım kredi kooperatifleri aracılığıyla yapılan sözleşmeli üretim çiftçi için cazip çünkü alım garantisi veriyor. Fakat belirli bir fiyat baskısı oluşturarak, 'Sadece şu fiyattan alırım' diyor. Enflasyon yüksek olmasın diye bir fiyat dikte ediliyor ve çiftçideki ürünün fiyatı düşük tutulmaya çalışılıyor. Böylece sözleşme yapan çiftçi, aslında aynı zamanda diğer çiftçilerin de fiyatını ya da kaderini belirlemiş oluyor."
TÜİK'in temel sebze meyve ürünleri özelinde açıkladığı bazı enflasyon rakamları da ciddi bir artışa işaret ediyor.
TÜKODER ve TÜDEF Başkanı Aziz Koçal, bizzat TÜİK verileri baz alınarak yaptıkları hesaplamalarda 2020 yılında mutfakta hissedilen gerçek gıda enflasyonun yüzde 40-50 olduğunu ifade ediyor.
"Tüketicinin hane geliri ve alım gücünün düşmesi sonucu yoksulluk ve açlık da giderek artıyor. Acilen tüketicinin gıdaya ulaşmasının yolunu bulacak birtakım ekonomik tedbirlerin de getirilmesi gerekiyor. Halbuki temel ihtiyaçların karşılanma hakkı evrensel tüketici haklarından bir tanesi ve Türkiye bu uluslararası bildiriye imza atmıştır."
Tarım yazarı Yıldırım, tarımda ithalat politikasının kimi ürünlerdeki fiyat artışı ve enflasyonu düşürmek için uygulandığını ancak bunun uzun vadede tersi bir etkiye sebep olduğunu söyleyerek, bu politikadan vazgeçilmediği sürece gıda ürünlerinde yüksek fiyatların devam edeceğini öngörüyor.
Koçal ise Türkiye'de geçen yıl soğan ve patates çok pahalı ve piyasada bulunmazken, bu yıl neredeyse alıcı bulamayacak kadar çok üretildiğini söyleyerek, mutfak enflasyonunu kalıcı olarak azaltmak için Türkiye'nin planlı bir tarım politikasına geçmek zorunda olduğunu ifade ediyor:
"Bir ürün piyasada bulunmadığında ve fiyatı arttığında hemen ithalat ile tehdit ediliyor. Ancak fiyatı artan bir ürünün iç piyasada ihtiyaç varken dışarıya ihraç edilip edilmediğini bilmiyoruz.
"Ülkemizde üretilen ya da üretilebilecek ürünlerin ithalatını kolaylaştıran politikalar yüzünden, maalesef pazardaki meyve sebze fiyatları artıyor ve mutfaktaki gerçek enflasyonun yükselmesine neden oluyor."
Türkiye'nin toplam ithalatının hala yüzde 90 itibariyle ara malı ve sermaye malından oluştuğunu söyleyen Prof. Ulusoy ise ithalat ve enflasyon ilişkisini şöyle açıklıyor:
"İthalatımızın sadece yüzde 10'u tüketim ürünlerinden oluşuyor. Biz ne kadar büyük bir kriz yaşarsak yaşayalım, hep aynı seviyede ithalat yapmak zorunda hissediyoruz. İthalata o kadar bağlıyız ki tüketimimiz, yatırımımız, faizimiz ve bütün parasal dengelerimiz ithalata bağlı. Bu, enflasyon problemidir. Üretmezseniz, enflasyon olur. Biz de üretemiyoruz."
'Ani denetimler karaborsa ihtimalini artırıyor'
Hükümetin hayata geçirmeyi planladığı erken uyarı sisteminde, üretim aşamasında ürünün arz miktarının anlık olarak takip edileceği ve tohumdan hasat aşamasına kadar tüm süreç takip edilerek burada oluşabilecek bir arz eksikliği riski önceden tespit edilebilerek önceden tedbir alınacağı belirtiliyor.
Ayrıca ürünün tarladan markete kadarki süreçte fiyatlanma aşamalarının takip edileceği, fırsatçı ya da stokçu denetimi yapılacağı açıklandı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 1 Kasım'da AKP Meclis Grup Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, kurdaki artışlar nedeniyle stok yapanları uyararak, "Stokçulara bu ülkeyi mezar edeceğiz" dedi.
Ancak BBC Türkçe'ye konuşan uzmanlar, "polisiye" tedbirlerin enflasyonun "nedenlerine değil sonuçlarına" odaklandığını ve piyasada karaborsa ihtimali doğurduğunu söylüyor.
Prof. Ulusoy, Türkiye'de bugün itibariyle karaborsa olasılığının yüzde 60'lara varan bir seviyede olduğunu aktarıyor:
"Son 6 aydır hem patateste hem soğanda devlet denetimi var ama bu patates, soğan ya da diğer gıda maddelerinin arzıyla talebi arasında bir denge kurmamıştır, kurmayacaktır. Çiftçiyi böyle devlet denetimiyle boğmak yapılacak işlerin en büyük hatasıdır.
"Her türlü fiyat denetimi, derecesi farklı karaborsaları her zaman doğurur. Bu karaborsa illa kıtlık anlamına gelmeyebilir. Bir üretici ya da stokçu, eğer ürününün fiyatını gelecek hafta daha yüksek bir seviyede görüyorsa bunun piyasaya sürümünü daraltabilir, bu legaldir.
"Enflasyonist baskının ve denetim baskısının yükseldiği dönemlerde, fiyatların daha çok yükseleceği bilindiği için, bir ürünler gecikmeli bir şekilde piyasaya arz edilir. Bir bakıma ani yapılan baskınlar ve denetimler bu sonuçları ortaya çıkarmakta. Bunu esas olarak tarlada ya da ithalatta dengelemek gerekirken biz, kıtlık ya da fiyat artışları ortaya çıktıktan sonra denetime tabi tutuyoruz."
Koçal ise Türkiye'de bazı ürünlerde haksız fiyat artışını olduğunu ancak kalıcı bir çözüm için, vatandaşın bu yola başvurmasına neden olan sebepleri ortadan kaldırmak gerektiğini söylüyor:
"Ayrıca zamları sadece esnaf yapmıyor ki. Dün özel iletişim vergisi yüzde 7,5'tan 10'a çıkarıldı. Bir tarafta esnaf fazla zam yapıyor diye esnafa denetime gidiyorsun ama beri tarafta özel iletişim vergisinin oranını yükseltiyorsun. Peki hangi maliyet arttı da bu zam yapıldı? Bugün İstanbul'da Avrasya Tüneline de ciddi bir zam yapıldı. Peki tünelin girdilerindeki hangi maliyetler yükseldi?"